• ş i i r g e n ç

Hz.Muhammed’den bu yana şairlerin birbirlerine ve ‘diğerlerine’ yasakladıkları şiir, ilk duvarları yıktı gibi görünüyor artık. Artık yeni doğan bir soğan yavrucuğu bile pis koktuğu için kendinden utanıyor. Bir sofra etrafında geyikler toplanıp Turgut Uyar okuyorlar ya da bir liseli genç, açmış Nazım’ı en orta yerinden saldırıyor etrafındakilere. Şiir, Türkiye’de hiç olmadığı kadar genç, hiç olmadığı kadar sahiliği arıyor, sahillerde geziniyor. Örnek mi? Bakınız hipodromlarda toplanmış atlar, ‘ikinci yeni’yi tartışıyorlar. Yollarda otostopçu gençler, geçen arabalara saydırıyorlar beatnik küfürlerini. Ve hala daha sadece bir SMS kimileri için şiir, sevgiliye atılan. Ne fark ederdi onlar da kırmızı bir güneş etrafında halay çekselerdi ki? Sonuca gelelim;  Şiirde, ‘şairler’ ve ‘genç takipçileri’ ayrımı ortadan kalkabilir, eğer denersen bu kolay. Artık ‘genç bir şiir’ dilinden, algısından, zevkinden, zevksizliğinden vb.lerinden söz edebiliriz. (Birileri ‘şu şiir yazsın, bu şiir yazmasın’ diye listeler hazırlamaktan vakit bulabilirlerse, işte o zaman çok daha kalabalık, çok daha güzel ve çok daha samimi tartışmalar bizleri bekleyecek.)

  • ş i i r s o k a k t a

Yaşatılan sisteme karşı bir pişmiş kelle sırıtışıdır Sokak Şiircileri. Karşı kıyıların, gidilmemiş toprakların sanatını düşlerken ortaya çıkmış bir kolektiftir. Sanatın iç işleyişine ve gelişimine dair mevzuları sanatçı ve eseri arasındaki özel bir mahremiyet olarak düşünür. Profesyonelleşmeden, sanatın kişisel çıkar yahut iktidar amaçlı araçsallaştırılmasından haz etmez! Mükemmelliyetçiliği ve samimiyetsizliği sistemin getirdiği hastalıklar olarak düşünür ve onları red eder. İnsan hata yapabilir, sanat amatör, içten geldiği gibi doğal, samimi kalmalıdır. Tek derdi; kolektif ve sokakta sanattır. Kolektivizmden anladığı ise önceden belirlenmiş çerçevelerin içine bireyleri yerleştirmek değil, bireylerin çerçeveleri doğrultusunda geniş bir pencere yaratabilmektir. Bu yüzden doğmadan önce ölmeye mahkumdur belki de. İşin sonunda intihar edecek bile olsak; en azından bunu yalnız yapmayacağız.

  • ş i i r e y l e m d e

Kaldırımtaşları; makinelerin nereden, insanların nereden gideceğini belirleyen çizgilerdir. Yeşilin ve toprağın inkarı, esirliğimizin ispatıdır bir yandan. Bir yandan ise, köleliğine isyan edenlerin silaha dönüştürdükleri yine o kaldırımtaşlarıdır. Yalnızca kaldırımtaşlarını takip ederek bir ülkeyi boydan boya dolaşmanız bile mümkün olabilir. En ücra dağ köyünde bile varlığı, devletin –ya da modern dünyanın varlığına ispattır. … ‘Karda açan çiçek’ imgesi dün’ün insanları için paha biçilmez bir şiirsellik taşıyordu kuşkusuz. Günümüz şiiri için ise bayat bir benzetmeden öteye gidemiyor. Günümüz çiçeği içinse zor olan artık otoyol kenarlarından fışkırabilmek. Kaldırımtaşlarının arasında yeşeren çimler ya da kökleriyle betonu parçalayarak büyümeye çabalayan ağaçlar… işte gerçek bir yaratıcı direniş!

Şiire iyi davranın… zira o yorgun.

Kolektif Manifesto

Yayınlandı: Aralık 10, 2009 / Uncategorized
Etiketler:

Bu sadece bir fantezi ya da seçim meselesi değildi. Kesinlikle!

Ben sadece köpeğimi gezdirmeye çıkmıştım sokağa o kadar. Bir diğeri sevgilisiyle buluşacak güneş batana kadar sahilde oturacaklar, karanlık basınca da ıssız sokakları mesken tutup öpüşeceklerdi saatlerce o kadar. Sadece!
Diğeri yolunu kaybetmiş olsa gerek(ti). Senin ne işin var burada?
Peki ya siz, diğerleri?
Ortak noktamızı biliyoruz sanırım. Benim köpeğimin adı San’at. Diğerinin sevgilisinin adı S’anat. Bir diğeri Sa’nat Sokağını arıyor. Senin de işin Sana’t olsa gerek(ti). Peki ya siz, diğerleri? (Cemal Süreya’nın ‘san’ diye şiiri vardır bilir misiniz?)
Mesele sadece bir seçim yapmak ya da hayaller kurmak değildi, bu kadar basit olamazdı, olduramazdık. Muazzam!

Saatli bir teori kurduk cümlelerimizin altına. Dikkat!
Şimdi bana hakikatlerinizden bahsediniz. Kırmızı kabloyu kesmek istediğinizden emin değilsiniz. Sahi aklıma gelmişken BiletSix’e yatırdığınız onlarca liraya içiniz hiç mi acımıyor acaba? Ahh tamam siz de haklısınız insanın beynine tecavüz ediyor bu herifler. Her şeyi bir işkence aracına çevirmişler baksanıza. Elbette insan bu kadar curcunanın içinde kafasını yormayacak şeyler arıyor, sanat değince. Çok doğru!
Mesela ben, saçma sapan bir sinema filmine onlarca lirayı yatırıp ardından Domalt Amca’nın Mekânı’nda kaşarlı-sucuklu hamburger yemeye çıkışta da Gloria’nın Kot Pantolonu’ndan filtreli kahve içmeye bayılıyorum. Gerçekten harika. Değil mi?
Şimdi size hakikatlerim(iz)den bahsedeceğim. Öncelikle San’at çok akıllı bir köpektir. San’at benim köpeğimdir! Bu dünya güzeldir. Gülhane ağaçlıktır.
Bilmelisiniz ki bir binanın dış cephesine milyarlar harcasanız bile iskeletinde malzemeden çaldıysanız eğer, o görkemli eseriniz ilk depremle birlikte yerle bir oluverecektir. ( Büyümüşte küçülmüştür cümlelerimiz. Bu ne ukalalık! )

Öte yandan Sa’nat Sokağı’ndan bahsetmek istiyorum sizlere. Eminim ki hayatınızda daha önce hiç böyle bir sokaktan geçmediniz. Öyle bir sokak düşününüz ki etrafındaki bütün duvarlar rengârenk resimlerle doldurulmuş ve sokak boyunca uzanan bankların üzerlerine yüzlerce şiir kazınmış. ( Fakat bilmelisiniz ki ayda bir bu sokağın boruları patlıyor. Bu bir mimariasorun! ) Ve duvarlarındaki resimler, sandalyelerdeki şiirler ve sokak boyunca sergilenen diğer şeyler, aslında hiçbir şey anlatmıyor. İşte bu da harika ama! Bütün o işkence seanslarının ardından ve curcunanın bitmez tükenmez karanlık senfonisinden sonra ağrılardan, sızılardan, romatizmalardan çatlayacak başımı alıp bu sokağa getiririm. (hadi söyle müziği seversin sen.) Ve ben bundan çok zevk alabilirim. Bazen derim ki, ‘yeter! Hiç Kimse bana hiç bir şey anlatmasın!’. (Gerçekten küçüktür aslında cümlelerimiz. Yok bir ukalalık.) Ve biz hiç kimseye hiçbir şey anlatmayız, bazen.

Sokak demişken, asıl konumuza gelelim madem. Öncelikle bir kez daha belirtmeliyim ki bu sadece bir fantezi ya da seçim meselesi değildi. Kesinlik bildirmeliydi! ( bu bir bildiri miydi? Her bildiri kesinlik bildirir miydi? )
Öyleyse dikkat!
Yanlış hatırlamıyorsam, senin işin Sana’t diye biliyorum. Sahnede icra ediliyor, insanlar senin Sana’t’ını izlemek için para ödüyor ve sandalyelerine oturup seni izliyorlar. Değil mi? Yani seyirciler bir tek alkışlamaya ve para ödemeye yarıyor burada. Denklem basit aslında, seyirci=alkış+para. ( bakmayın, biz de isteriz alkış ve para. ) Fakat aradığımız seyirci daha farklı bir bakıma. Bakınız, biz aramaktan yorulduk. Aramayacağız bundan sonra. Çünkü fastfood kilo aldırıyor ve biz hazıra konmayı hiç mi hiç sevmiyoruz! Arama, YARAT!
Bizim sahnemiz sokaktır, her seyircimiz bir oyuncu ve her oyuncumuz da bir seyircidir!
Öte yandan, sahnelerin yıkılmasına, dergilerin kitapların yakılmasına izin vereceğimizi mi sandınız? Hiçbir alan boş bırakılamaz! Ve her şeyin her şeyle bir türlü bağlantısı vardır. Salondan çıkan kendini sokakta, sokakta yürüyen kendini salonda bulabilir, her an!
Biz o bildiğiniz ‘sokakçılar’dan değiliz. ( büyüdü yine cümlelerimiz ) Popüler kültüre ve Sanat’ın piyasalaşmasına karşı bir çıkış olduğu kadar sözlerimiz, ‘farklılığın klişeleşmesine’, ‘ötekiliğin tek tipleşmesine’ ve popülist iki yüzlülüğe de karşı çıkıştır.
Denklem bu sefer de basit; sokaktaki insanı salona, salondaki sanatı sokağa taşıyacağız. Ve bu gerçekleşesiye kadar sokaktaki insan salona gelmezse biz sahneyi sokağa kuracağız. Dergideki, kitaptaki şiiri yazıyı bildiriye döküp sokağa salacağız. Ve San’at asla havlamaz! Bilir çünkü, havlayan köpek ısırmaz!
San’at sokak köpeğidir.
S’anat sokak filozofudur.
Sa’nat Sokağı çıkmaz sokaktır.
Sana’t hepimizin işidir.
“ Diyebilmeli mesela sanatçıyla seyirci aynı masada oturup aynı tabaktan yerken hep bir ağızdan; “dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız”! ”
Bu sadece bir fantezi ya da seçim meselesi değildir.
Sanatçı; arama, yarat!
Seyirci; izleme, katıl!

Sokakla salonun, sanatçıyla halkın birleştiği noktada yeni bir fidan filizlenecek.

Çıkın ışığa
Buluşabilenler
Sevindirilebilenler
Değişebilenler

BRECHT

karşı sanat